Nihat Sargın, ÇARK BAŞAK Ekim 1983
PARTİMİZİN ONUR GÜNÜ'NDE
BEN YANMASAM SEN YANMASAN...
Öyle bir zaman olabilir ki yoldaşım, işler hiç de senin istediğin veya öylesini istemesen bile en azından beklediğin gibi de yürümeyebilir. Kendini en kötü olasılıklara karşı ne kadar hazırlamış olsan dahi, gene de hesaplayamadığın bir durumla karşılaşmış olabilirsin veya tüm kötü olasılıklar birer birer ve arka arkaya gerçekleşmiş olabilir. Sonuçta öyle bir duyguya kapılabilirsin ki, neyi tutsan elinde kalıyor, dört bir yanın deniz oluyor gibi gelir sana.
O zaman 8 Ekim’i hatırla yoldaşım.
Hepimiz etten, kemikten yapılmışız; düşünce ile birlikte duygudan da yoğrulmuşuz. Her şeyi nekadar aklımızın mihengine vursak, yolun sonunu ne kadar bilmiş olsak, aydınlık geleceğe olan inancımız ne kadar kuvvetli olsa; bütün bunlara karşın, hele nefes aldırmayan bunaltıcı koşullarda, faşizmin devlet adına hükümferma olduğu, devlet terörünün her çeşidinin ardı ardına boy gösterdiği ağır baskı koşullarında, bir yandan çoluk çocuğun nafakası, bir yandan dörtnala koşturan pahalılık ve işsizlik ve de bütün bunlar yetmiyormuş gibi, parti çalışmaları sırasında karşılaştığın aksilikler. Karabasanlar çökmüş gibidir üstüne.
O zaman 8 Ekim'i hatırla yoldaşım...
Belki yeni bir tutuklamadır, belki de işkencede ölüm haberi... Belki bütün bunlara ek olarak küçük küçük birtakım yanlışlıklar, aksilikler, aksamalar birikerek bardağı taşırmış olabilir. Beklemişsindir beklenmesi gereken yerde; gelecek olan gelmemiştir; ikinci buluşma da aynı biçimde sonuçsuz kalmıştır ve artık orada başvuracağın başka bir yer de yoktur. Eskiden tanıdıkların vardır belki, yıllar öncesinin arkadaşları, dostları: Ama şimdiki durum nedir nasıl karşılanırsın, bilemezsin. Kimileri tanımazdan gelmektedir tesadüfen göz göze geldiğinizde. Veya belki de arada geçen zaman içinde hareketten öyle bir yere gelmiş olabilir ki, senin onu görmeye gitmen, önceden bilinmeyecek bin türlü komplikasyona adaydır belki. Velhasıl yoldaşım, böyle veya başka bir nedenle ve böyle veya başka bir biçimde kendini yapayalnız hissedebilirsin bir an için, gecenin ayazında yağmur altında titreşen kimsesiz bir çocuğun duyguları ile.
O zaman 8 Ekim'i hatırla yoldaşım. 8 Ekim'de partimizin Onur Günü'nde saygı ve sevgi ile andıklarımızı hatırla. İsimleri ve isimsizleri, resimleri veya hiçbir yerde resmi çıkmamış ve çıkmayacak olanları, konuşulanları ve konuşulmamış olanları, yazılanları ve henüz yazılmamış olanları hatırla. Ve de, bizzat 8 Ekim gecesi olanları, Bahçelievler katliamını, o katliamda topluca yitirdiklerimizi hatırla. Derhal yüreğinin ısındığını, damarlarında kanın alev alev yandığını duyacak, önünün aydınlanıverdiğini göreceksin.
Genceciktiler; filizler, fidanlar gibi yedi genç, yedi delikanlı, yedi Genç Öncü, yedi partili. Ve bir 8 Ekim gecesi, partilerinin, Türkiye işçi Partisi'nin düzenlediği eyleminin ilk hazırlıklarından son nöbetlerine kadar üslendikleri görevleri başarıyla yerine getirmiş olmanın ve bizzat birer izleyici olarak, kendilerinin de katkısıyla gerçekleşen, o coşkun, o görkemli geceye katılmanın heyecan ve mutluluğunu yaşarken, faşistlerin işkence ve kurşunlarına hedef oldular. Alçakça, sinsice bir saldırı idi bu, tam faşistlere yakışır biçimde, faşistçe.
Bu saldırı ile günden güne tırmandırılan faşist saldırganlık o güne kadar görülmemiş bir boyuta varıyordu ve o güne kadar görülmemiş bir vahşiliğe; Çorumların, Sivasların, Maraşların ve 12 Eylül sonrasında devlet adına işkencehanelerde zindanlarda yapılanların bir habercisi olarak.
Yedi genç yoldaşımızı yitirdik o gece, bir 8 Ekim gecesi. Daha önce yitirdiklerimiz ve daha sonra da yitireceğimiz niceleriyle birlikte. Partimizin organı "bir halkadır onlar" diyordu, "öncesine ve sonrasına uzanan isimli ve isimsiz, bilinen ve bilinmeyen nice yoldaşımız ve kardeşimiz, arkadaşımız ve dostumuzun yer aldığı zincirde bir “halka". Kahpece boğdurularak veya Emniyette işkencede, faşist pususunda veya darağacında, ama her zaman bir ülkenin düşünen kafası, yeniye ileriye açık ve onu gerçekleştirmeye azimli bir evladı oldukları için, "bu ölümlü, bu yaşanası dünyada" sömürüsüz, baskısız, dopdolu insanca yaşayabilmek uğruna öldüler onlar.
Ne demişti şair: "Ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa". Onlar yandılar, anılarıyla yüreklerimizi ısıtıp önümüzü aydınlatarak.
Ne zaman başın sıkışsa, darda kalsan, 8 Ekim'i hatırla yoldaşım; ne zaman dört bir yanın deniz olsa, karabasanlar çökse üstüne, aksilikler, eksiklikler, yanlışlıklar üst üste binse, 8 Ekim'i hatırla.
Hatırla ve unutma. Ölümden öteye yol mu var.
Militan’ın Not Defterinden