Tarayıcınızda JavaScript özelliği kapalıdır!
 

YEDİ MİLİTANIMIZ BAYRAĞIMIZDIR

Yedi militanımızın mücadelelerini ve anılarını bayrağımıza işleyeceğiz. Çark Yıldız, Çark Başak’ın yanında zaferden zafere koşarken, sömürünün temellerini yok edip, sosyalizmi kurarken yedi militanımızın ve diğer şehitlerimizin ismi en önde bizlere güç verecek, dar günlerimizde yol gösterecektir. Faşizme karşı kinimiz ve nefretimiz sonsuzdur. Burjuvazi, işçi ve emekçi sınıfları kavgadan vazgeçirmek için baskı yaptıkça, canımız kadar sevdiğimiz kavga arkadaşlarımızı öldürdükçe aslında amaçladığının tam tersi sonucu elde ediyor. Kendisine karşı olan nefretimizi misli misli artırıyor. Onu devirmek, yok etmek için daha gayretli çalışmamızı, eksiklerimizi giderip, daha sağlam örgütlenmemizi, aramızdaki birlik ve dayanışmayı güçlendirmemizi hızlandırıyor.

Bu katliam bizlere gerçekleri bir kez daha en açık biçimde hatırlatmıştır.

"CHP ağırlıklı hükümet" görevlerinin acilliğinin farkında olmalıdır. Olayların görüntüsü ile uğraşmaktan vazgeçmelidir. İş yapıyor gözükmekten, Amerika'yı yeniden keşfetmekten vazgeçmelidir. Faşist terörün kaynağında MHP ve yandaşı açık faşist örgütlerle, kontrgerilla vb. gibi gizli faşist örgütlerin olduğu en ücra köşede görev yapan, delilleri çok az olan bir savcının bile ispatlayabileceği bir gerçektir. Bunların hiç vakit geçirmeden tepesine binilmelidir.

Her bankanın önüne bir asker dikerek burjuvaziye karşı görevlerinizi layıkıyla yerine getiriyorsunuz. Buna karşı halka karşı olan görevlerinizi hatırlamak, beklenilenlerin ne kadarını yaptığınızın muhasebesini yapmak zorundasınız. Faşist terörü artık yukarıdan çözmeye çalışmalısınız. Böyle yapmadığınız sürece onlara hareket imkânı tanıyor, istemeseniz de onlara yardım ediyorsunuz demektir.

Hükümet faşist saldırılar ile faşizme karşı meşru direniş hakkını ve kitle hareketlerini aynı kefeye koyma hatası içindedir.

5 Haziran seçimlerinde Demirel'in "Taksim meydanında sana suikast yapacaklar, miting yapmayın" önerisine karşı Ecevit'in "kükreyişini" hatırlayalım. Bugünün Başbakanı son derece haklı olarak "devletin görevi suçluları yakalamaktır, yoksa onlardan korkup yasal hakların kullanılmasını engellemek değil" diye karşı çıkmıştır. Çok üzücüdür ki, - ama bilimsel sosyalistler için sürpriz değildir - bugün hükümet Demirel ile aynı çizgiye düşmüştür. Olay çıkacak diye kitle gösterilerine karşı durmak, ailesine ve arkadaşlarına cenazeleri vermemek faşist terör karşısında aczi ifade eder. Bu eylemlerin yığınların psikolojilerinde yarattığı değişiklik, direnme bilinci çok önemlidir ve bugün en çok öne çıkarılması gereken konulardan birisidir.

Yedi şehidimizin törenlerini güçlü anti-faşist kitle gösterilerine dönüştürmeyi başaran Türkiye İşçi Partisi'nin tavrını herkes örnek almalıdır, ölümler üzerine bir iki duvar yazısı, iki saatte yok olacak afiş ve en iyisinden bir korsan miting gibi oyalamacalara hiç itibar etmeden - bunları küçümsediğimizden değil, bunlarla yetinilmesine karşı çıktığımızdan – en etkili eylemleri gerçekleştirmiştir. Birinci kitlesel gösterideki disiplin ve örgütler arasındaki olumlu diyaloğu, uyumu bundan böyle her eylemde sağlamak görevimizdir. İkinci törendeki kararlılığı, faşizme karşı mücadelede haklarımızın nasıl kullanılacağı konusunda örnek almalıyız. Ama hemen belirtelim ki belirli bir zaman kesitindeki kararlılık kendi başına yetmez. Eğer Türkiye İşçi Partisi gibi bütün eylemleri süresince itibar sağlamamış bir örgüt olmasaydı, ne kadar çabalarsa çabalasın bu başarıyı kazanamazdı.

Son olarak bu eylemler sırasında anti-faşist güçler arasında tartışmanın birinci maddesini oluşturan bir konuya değinmek gerekir.

"Faşistlere, bizi çekmek istedikleri silahlı çatışma alanına girmeden yığınları örgütleyerek cevap vereceğiz."

Bu ne demektir? Yığınları faşist saldırılar karşısında savunmasız bırakmak anlamına mı gelir?

Asla.

Elbette ki devrimciler kendi canlarını ve örgütlerini korumak zorundadırlar, bu konuda en gerçekçi önlemleri almak görevleridir.

Ama tartışmanın can alıcı yanı temel mücadele biçimidir. Bugün temel hedef ve görevimizi açık, gizli faşist örgütlerin dağıtılmasıdır. Bu amaca "faşist teröre karşı devrimci terör" önerisi ne kadar hizmet etmektedir? Yoksa tersine, esas noktanın gözden kaçırılmasına neden mi olmaktadır? Çünkü iki önerinin sonuçları birbirinden çok farklı ve taban tabana zıttır.

Faşistlerin gücünün arkalarındaki devlet desteği olduğu gerçeği, bugün Türkiye'deki her kişi ve örgütün kabul ettiği veya etmesi gereken bir gerçektir. Bu destek olmadan faşist terör bir hiçtir, ilericiler ve sosyalistler tarafından kısa sürede hakkından gelinecek bir olaydır.

Faşistlerin hedef seçtikleri okul veya mahalleleri nasıl işgal ettiklerini düşünelim. Başarılarının temeli o bölgedeki terörlerine zemin hazırlayan ve ilericilerin karşı saldırılarını engelleyen faşistleştirilmiş kurumlar değil midir?

Dün faşist işgal altındaki okullara ilericiler gidebiliyorsa bu başarı silahlanma sonucunda mı, yoksa oradaki yığınların direnmesi ve iktidar üzerinde etkili olmasından mı gelmektedir?

Herkes bu sorular üzerinde sorumlu bir şekilde düşündüğünde bizim önerimizin mantığı anlaşılacaktır. Sorun keskinlik etmek, küçük çıkarlar için duyguları okşamak değildir. Bu tavır sınıf mücadelesinden, bilimsel sosyalist ideolojiden nasibini alamayanların takınacakları ve takındıkları bir tavırdır.

Bugün temel görevimiz yığınları anti-faşist bilinç ile örgütlemek, faşizme karşı en etkin tavrı alması için iktidarı zorlamak, yine kitlesel direnişlerle faşistlere dünyayı dar etmektir.

Bu soyut bir öneri değil, en gerçekçi, en somut öneridir.

Abdurrahman Atalay

Genç Öncü, Aylık Siyasi Gençlik Dergisi, Sayı 6, Kasım 1978, s. 3