Tarayıcınızda JavaScript özelliği kapalıdır!
 

ÖZGÜRLÜK İÇİN ÖLDÜLER

Naim YALIN

O (onlar) ne önde
ne arkada
sırada
sıramızdaydı(lar)
(N. Hikmet / 1930)

8-9 Ekim 1978 tarihleri arasında Ankara'da Türkiye İşçi Partisi'nin 7. İl Temsilcileri Toplantısı yapıldı. İl ve ilçe örgütlerinden gelen parti üyeleri hazırladıkları raporları okudular. TİP'in yeniden kurulduğu 1975 1 Mayıs'ından bu yana, bunca kısa bir zamanda, inanılmayacak kadar gelişkin, içeriği zengin, yaşanan ve çalışılan çevreyi derinden kavramış raporlardı bunlar. Bilinç ve coşku birlikte yaşanıyordu.

Devrimci yaratıcılık ve girişkenlik; işçi sınıfının bilimsel sosyalist hareketinin öncüsü olmanın verdiği sorumluluk, kararlılık ve inanç; haklı olmanın ve bu haklılığın her geçen gün doğrulanmasının getirdiği güven; gitgide artan saygınlığın kazandırdığı güç; yoldaşça dayanışma ve toplumun kurtarılmış geleceğini temsil etmenin verdiği onur bu raporların her satırında duyuluyordu.

Toplantının kapanış konuşmasını yapan TİP Genel Başkanı Behice Boran edindiği izlenimleri ve partisine olan inanç ve güvenini şöyle dile getirdi: «Ne noktalar saptamış arkadaşlarımız ve yöntemler, ne çareler düşünmüşler ve öneri haline getirmişler. Bütün arkadaşlar önünde, burada olmayan tüm partililer önünde ben ancak Genel Başkanınız olarak saygıyla eğilirim.»

Toz duman içinden, güçlü, görkemli ne yaptığını, ne yapacağını çok iyi bilen bir örgüt, işçi sınıfının politik örgütü yükseliyordu. Bir hafta önce Genel Merkeze ve Genel Sekreter'e yönelen saldırıya verilen en etkin cevaptı bu.

7. İl Temsilcileri Toplantısı'nda partinin kitlesel gücünü arttırmak için öneriler getirilmiş, deneyler aktarılmıştı. TİP bilinç ve kararlılıkla üye kazanma kampanyası açıyordu.

LATİF CAN, HÜRCAN GÜRSES, EFRAİM EZGİN, FARUK ERSAN, SALİH GEVENCİ. O. NURİ UZUNLAR ve SERDAR ALTEN kiminin temsilci, kiminin izleyici ve görevli olduğu toplantıdan coşku ve kararlılıkla ayrıldılar. Faşist çetelerin TİP üzerine oynayacakları oyun, girişecekleri kanlı saldırı için kendilerini hedef seçtiğini nereden bilebilirlerdi?

Kahpece vuruldular. Ağır yaralı olan Serdar'dan başka kurtulan olmadı. Haber hemen yayıldı. Partili arkadaşlar yurdun dört bir yanından koşup geldiler. Telgraf tellerinden, telefonlardan, telekslerden faşizme lânet yağıyor, TİP'le dayanışma geniş boyutlar kazanıyordu.

Cenaze törenine katılanları Ankara'nın meydanları almadı. Bursa Yenişehir'de, Çorum’da, Kırklareli'nde sokağa döküldü faşizme karşı olan tüm ilerici güçler.

Serdar aldığı ağır yaralara karşın, partili olmanın verdiği inanç ve dayanıklılıkla ve genç yüreğinin direnciyle bir hafta yaşadı.

Ölmekle bitmedi şehitlerin mücadelesi. Bu kez faşizme karşı olduğunu söyleyen hükümet çıktı — CHP çıktı karşılarına. Ama yendiler bilinç ve kararlılıkla bu engelleri de. Bayrak oldular; bayraklarını düşürmeyecek arkadaşlarına emanet ederek.

«Acımızı gönlümüze, anılarını aklımıza gömüyoruz. Hiç unutmayacağız. Mücadelemizde onları yaşatacağız.»

vurdular, kötü vurdular
ne savaş kuralları
ne insanlık onuru
kara tarihlerinin
iğrenç bir zaferini daha
gövdemize kazdılar
gayri bu kazıyla büyüyecek gövdelerimiz
biliyerek bilincimizin öfkeli keskinliğini
ama ant içtik üçyüz yaralı
başlatmak için büyük savaşı
çoğaltıçaz üçyüzleri
açıncaya kadar en güzel çiçek
(Arkadaş Z. Özger / 1971)

Toplumumuzun içinde yaşamaya mahkûm edilmek istendiği terör ortamında bu toplu katliam olayı öğrencilere, öğretmenlere, kamu görevlilerine, işçilere, kadın ve çocuk demeden sokaktaki halka yöneltilen kurşunların bu kez de rastgele bir biçimde Türkiye işçi Partisi'nin üyelerine sıkılmasından ibaret gibi görülebilir. Böyle bir kanı karşısında bu katliama neden gerek duyulduğunun doğru olarak ortaya konabilmesi için, bir toplumsal anarşi görünümü altında gizlenmesine büyük bir özen gösterilen bu cinayetlerin gerçekte planlı bir terör uygulamasının ürünü olduğunun anlaşılması gerekmektedir.

Bu öldürmeler toplumu hastalık gibi saran, anarşik bir kördöğüşünün parçası mıdırlar? «Aşırı ideolojilere» sahip çeşitli grupların birbirlerinin boğazına sarılması mıdır olan bitenin nedeni? Bu tür soruların doğru olarak cevaplanabilmesi temelde tek bir sorunun doğru olarak cevaplanabilmesine bağlıdır: Toplumda kimler kimden ne istemektedirler?

Çalışan kafalara
Ve kükreyen bütün yüreklere
bir şey geliyor
İnsanca bir şey
İnanılacak bir şey
Namuslu zihinlerin balı
Helal süt emmiş insanların anıtı
Dünyanın övüncü
Halkların yüz akı
Bilimlerin zaferi
Sanatların amacı
Gök mavisi bir şey
Nar tanesi bir şey
(Süreyya Berfe / 1969)

Toplumda kimlerin kimden ne istediği sorusuna aracı ve amacı ayrı ayrı ortaya koyarak iki farklı boyutta cevap aramamız gerekir. İlk olarak, sokakta, kahvede rastgele insan öldürülmesinden, belirli bir toplumsal konuma sahip, seçilmiş, listelenmiş insanların öldürülmesine, toplu katliamlara girişilmesine kadar uzanan eylemlere bir «araç» olarak yüklenen işlevi doğru olarak teşhis etmek durumundayız.

Gece... Yine kuzu kurdun çengel dişlerinde Gece...
Daha bir gece... Daha bir gece
Kitapların yakıldığı ateşte
Yalazlanan korku en gece
(Tahsin Saraç /1973)

Belleklerimizde iz bırakan ölüm olaylarını gözden geçirirsek bunlardan bir bölümünün büyük bir titizlikle seçilmiş ilerici ve demokrat üniversite öğretim üyelerinden, öğretmenlerden, adalet mensuplarından, memurlardan vb. oluşturulduğunu anımsarız. Bu cinayetler demokratları benimsedikleri ilkeleri yaşamda uygulamak için mücadele etmekten caydırmak, «ibret verici» bu örneklerle toplumda yılgınlık yaratmak için işlenmişlerdi. Bu cinayetlerden beklenilen işlev, toplumda dalga dalga yayılarak tanıdıkların, akrabaların endişeli ve masum yüzlerinde yansıyan «memleketi kurtarmak sana mı kaldı?» sorusunun insanların kendi kafalarının içine girerek, «bana mı kaldı?» sorusuna dönüşmesiydi.

Nerdeyse ışığa inanmaz olacaktık
Öyle hızla büyüyordu içimizdeki karanlık
(Can Yücel / 1972)

Bunun yanısıra öğrenci kesimi içinde, Türkiye’yi terör uygulaması açısından dünyanın ilk sıralarına ulaştıracak denli acımasızca yoğunlaştırılan cinayetlerle, kime rastlarsa gözüdönmüşlüğü içinde açılan ateş, patlatılan bombalarla, kıyılan canlarla, tek birgün durmamacasına, kitlelerin gözünde politikanın kanlı bir kördöğüşü ile özdeşleştirilmesine, toplumsal olaylar karşısında toplumun ilgisizleştirilmesine çalışılmakta; bireyler politik kayıtsızlığın sessizliği içine çekilmeye zorlanmakta; bu sessizliğin içinden çıkılmaz bir bezginlik çemberine dönüştürülmesi istenmekteydi.

ölümün kovanında arılar
kurarlar balını bilincin
(Hilmi Yavuz / 1975)

Bunlara, bilinçleri gerçek bir solcu olduklarına duydukları inançla sınırlı, maceracı kimi grupların silahlı eylemleri ve bu patırtı içinde «davadan dönerken» vurulanlar da eklenince olayların üzerinin koyu bir kargaşa ve anlaşılamazlık örtüsüyle kapatılması gerçekleştirilmiş olmaktaydı. Ve ne yazık ki bu uygulamanın hedeflenen belirli toplumsal kesimlerde bütünüyle başarısız kaldığının söylenmesi bugün için mümkün olamamaktadır. Özellikle küçük burjuvazinin çeşitli kesimlerinde, en keskin, tepeden inme ve kestirmeci devrimciliğin bütünleyicisi olarak, değişen oranlarda —ancak herzaman için varolan— kabuğuna çekilme eğilimi, planlı terör uygulamalarının işlevlerini gerçekleştirmeleri sonucunda, örneğin «toplumda olan biten saçmalıklarla» ilgilenmemeyi daha doğru bulan bir akademizm biçiminde, «hiçbir toplumsal ve politik hareketin hatasız olmadığı, dolayısıyla bunlarla olumlu hiçbir şeyin yapılamayacağı» felsefesine sarılan karamsar ve acılı bir kendine-tapınış biçiminde, «şimdilik olaylardan uzak kalmanın hata yapmamanın en iyi yolu olduğu» yanılsamasına ciddi olarak inanmaya çalışan bir kaçış savunusu biçiminde v.b., belirebilmektedir. Bu süreç içinde önce ölümler kanıksanmaya, sonra da politikanın ister istemez bireysel yaşam pratiğinin içine uzanan bir toplumsal belirleyici olduğu gerçeği yadsınmaya başlanır. Bunda hiç kuşkusuz CHP'nin egemen sınıflara bir taviz olarak sunduğu kitleleri etkin mücadeleden uzaklaştırma politikasının da büyük rolü vardır. Kitlesel gücün varolan koşulları değiştirici eylemleri içinde oluşmayan bir politik mücadelenin kof ve tutarsız, kendi içinde çelişkili kalmaya mahkûm olduğu gerçeğinin, kendiliğinden kabul edilen, doğruluğu aşikâr bir gerçek olarak kavranma olanakları özellikle çeşitli küçük burjuva kesimlerin faşizme karşı politik mücadeleyi değerlendirişlerinde, ancak kitlesel mücadelenin etkin varlığı kendisini toplumda somutladığı sürece artmaktadır.

Kışkırtmasın diye daha azgın günleri
kaygıyı çıkaran cesaretin karşısına,
karanlığı koyultmasın diye biraz daha
nicedir esirgeyen içindeki direnci
ey ölçülü yurttaş, bu sözüm sana!
Öyle bir yol ayrımındasın ki artık
mümkün değil tek başına savunman hiçbir şeyi,
ya kalmana boyun eğeceksin ayaklar altında,
ya alacaksın direnenlerin yanında yerini
sahip çıkmak için yaşamın aydınlığına!
(Kemal Özer / 1975)

Kitleler politik mücadele alanından uzaklaştırıldığı oranda ise varolan tüm koşulları, değiştirilmek üzere değil de, birer özür olarak gündeme getiren, tavizci ve uzlaşmacı görüşler ağırlık kazanmaya başlar, kitlelerin politik mücadele alanındaki doğrudan etkinliklerini yeniden arttırmalarının, her an olumsuz yönde bozulabilecek denge koşullarını daha da kötüleştirebilecek bir olay olduğu yanıltmacasının yaygınlaştırılması yolundaki kapılar ardına kadar açılmış olur. Dolayısıyla bu yöneliş faşizmin kesintisiz saldırıda bulunmasına çanak tutan başlıca unsurlardan biri durumuna gelir. Kitlesel mücadeleden geri çekiliş ve faşizmin sürekli saldırısının birlikte oluşturdukları toplumsal ortam içinde kişinin kendine bile itiraf edemediği kaygı ve korkular «politikaya tepki» olarak ortaya çıkar, her şeye karşı kör bir kızgınlık duyulmaya başlanır ve kaçarak uzaklaşılabilinecek bir kabus içinde yaşanıyormuşçasına, olaylar karşısında bireyciliğin kalın zırhları içine büzülerek, son ana 'kadar, olan bitenin etki alanından kurtulabilineceği düşlenir. Bu düşün kaynağı toplumdaki bir ara sınıfın tarihi içinde geçmişlere doğru uzanmaktadır.

Ne olacak sonumuz
Deyip duruyoruz
Millet kendi derdinde
Gazetelerde okuyoruz
Haydutlar, eşkiyalar
Cumhuriyet devrinde.
(Behçet Necatlgil / 1960)

Ancak tarihin İtalya'da, Almanya'da, İspanya’da, Portekiz'de, Şili'de vb. ortaya koyduğu gerçek yeterince açıktır: insanların öldürülmesi ile amaçlanan toplumsal sonuçlardan bu olaylarla ilgilenmeyerek kurtulabilme olanağı bulunmamaktadır. Kargaşa görünümü altındaki planlı terör sadece bir araçtır. Amaç doğrudan doğruya, kaderciliğe itilmiş bireylerin de içinde yer aldıkları emekçi kitlelerin özgürlüklerinin, bu kez tümüyle, yok edilmesi, doğrudan doğruya onların üzerinde en ağır sömürü ve tutsaklıkların gerçekleştirilmesi, doğrudan doğruya onların kendi kaderleri üzerindeki söz ve eylem haklarının ellerinden alınmasıdır.

Kaderindir yaşayan,
Sen ölmüşsün çocuğum.
(Cahit Irgat / 1952)

Bireyin, toplumdaki terör nedeniyle «kendisinin bulaşmadığı bir sağ - sol çatışmasını» suçlu tutabilmesi bu terörün temsil ettiği sınıfsal taleplerin tüm emekçi kitlelerle birlikte, birey olmak kendisine de yönelik olduğunun anlaşılamamış olduğunu gösterir.

Fakir kuş hiç umulmaz şu altın eytişimsel yasayı da
Tarihte nice ve nice şehzade bilmeden atını taşımıştır.
İşte onların sandukalarında usta işi gazeller oyuludur.
(Ece Ayhan / 1973)

Kapitalizmin topluma yüklenmek istenen maliyetlerine karşı direnen bir sol mücadelenin var olmadığı gibi hayali bir durum varsaysak bile, terörün arkasındaki ekonomik çıkar sahiplerinin topluma, dolayısıyla çalışan tüm bireylere olan ekonomik ve toplumsal talepleri değişecek değildir…

Mehmet
Hazineler içindesin
Bu toprağın altında ne var ne yok
Kömür bakır altın demir
Hepsi senin, hepsi senindir
Çıkar çıkarabildiğin kadar
Ne çıkarırsan
Hepsi benimdir.
(Melih Cevdet Anday / 1952)

Planlı terör uygulamasının bir parçası olarak, özellikle doğu bölgesinde girişilen eylemler ise yöredeki etnik ve dinsel farklılıkları kışkırtarak kitleleri tahrip eylemleri içine sokmaya, dolayısıyla ülkede bir iç savaş görünümü yaratarak bireysel suskunluğu toplumsal panikle bütünleştirmeye yöneliktir. Hedef, doğruların kitlelerden yalıtılarak etkisizleştirildiği koşullarda, toplumsal kargaşa görünümü ile çeşitli toplumsal kesimleri baskıcı bir yönetimi, faşist bile olsa, demokrasiye tercih etmeye zorlamaktır.

İnkârın bereketi seni üzmesin
feryat pusuda beklese de hayatı
ecel gündemden silinmiştir artık
cizyesi alınmıştır kurtuluşun
ama hâlâ, acıyla mühürlü nefesin
(Refik Durbaş / 1978)

Çeşitli öldürme eylemleri kendilerine yüklenen bu işlevler açısından değerlendirildiğinde, çeşitli yerlerde çeşitli tetikleri kimlerin çektiğinin, olayların gerçekte hangi sınıfsal çıkarlar adına ve aslında kimler tarafından yaratıldığının anlaşılmasında belirleyici olmaktan çıkmaktadır. Pusuya yatırılmış silahların tetiklerini çekenler ister doğrudan faşistler, ister ortalığı kızıştırmak için hem solcu hem sağcı örgütlerden insan öldüren CIA gibi dış ya da kontrgerilla gibi iç örgütlere bağlı ajanlar, ister bireyci «kahramanlık»ları yücelten maceracı sol grup üyeleri olsun bu kişiler sonuçta, toplumun tutsaklaştırılması için, egemen sınıflar adına, gerçekleştirilecek faşist iktidarın önkoşullarını yaratmayı hedefleyen plana uygun davranmış olmaktadırlar.

Gel gör ki kolay değil her vakit
karşıma çıkan düğümü çözmek.
Bakarım, kökleri derin ve çetrefil,
ne nedenini bulmak mümkün
ne de savaşmak tek başına,
el ele vermeli, derim,
o halde çözmeye uğraşanlarla aynı düğümü.
(Kemal Özer / 1975)

Toplumda kimlerin kimden ne istediği sorusuna cevap verirken toplumsal yaşamın terör altında biçimlendirilmeye çalışılması olgusunun üzerinde temellendiği gerçekliği kavrayabilmek, olayların arkasındaki sınıfsal özü ortaya çıkarmakla olanaklıdır. Büyük sermayenin egemenliğindeki ekonominin yaşadığı bunalımla faşist saldırılar altında toplumun yaşamak zorunda bırakıldığı terör bir bütün oluşturmaktadır.

Planın ekonomi üzerindeki belirleyici etkinliği kuşa çevrilmiş olduğu halde, ekonominin bir yıldır plansız işleyişi ile, gün sektirmeden uygulanan gayri-resmi bir cinayet planlamasının aynı dönemde ortaya çıkması bir tesadüf değildir.

Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
(Ahmed Arif)

Sanayisi, % 20'lere inebilen en düşük kapasite kullanımı oranlarıyla % 800'lere varabilen en yüksek kâr oranlarına ulaşmanın sırrına ve politik gücüne erişmiş sermaye gruplarının egemenliğindeki bir ekonomide elbette ki üretim anarşisi toplumu kasıp kavuracak, elbette ki toplumdaki özgürlükleri çok bulan bir ideolojinin güçlenmesine omuz verenler olacaktır. Dışa bağımlılığını arttırarak büyüyen bir ekonomide elbette ki döviz darboğazıyla karşılaşılacak ve bu büyüme sürecinin sermaye sultanları elbette ki, hastaların ilaç bulamadığı bir toplumda, yılda 92 ton kaçak altını ülkeye sokup, 500 milyon doları dışarı kaçırmayı sürdürebilmek için, toplumu daha da yoksullaştırabilmenin çarelerini aramayı ihmal etmeyeceklerdir.

Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
(Oktay Rifat / 1966)

Türkiye ekonomisinde en kârlı olan alanlara yönelerek büyüyen herbir sermaye grubunun gerçekleştirdiği gelişmeler Türkiye ekonomisi için bir sonraki dönemde üretimde anarşi, sektörlerarası kapasite dengesizlikleri ve bu dengesizliklerden doğan darboğazlar olmaktadır. Sermayenin kendisini büyüttüğü süreç, üretim güçlerinde dengeli ve sadece kendini büyüten özgür bir gelişmenin sağlanabilmesi için yok edilmesi gereken çarpık bir ekonomik yapı içine üretim güçlerini hapseden bir süreç olmuştur. Bu yapı içinde tekelci sermaye varolan dengesizliklerden ve yetersizliklerden kendisine kâr olanakları yaratmaya yönelmiş, varoluşunu geri bir ekonomik - toplumsal üretim örgütlenmesinin ve dışa bağımlılığın koşulları üzerine oturtmuştur. Evet, büyümüştür Türkiye'nin tekstil sektörü. Ancak 10 yılda, makinalar için, boya ve kimyevi maddeler, ham maddeler için yaptığı sektörel ithalatı, sektörel ihracatını 845 milyon dolar aşarak büyümüştür. Evet, sanayileşmiştir Türkiye'nin süt işleme süreci. Ancak süt içilebilmesini sadece kutu kartonu için dışarı yılda 6 milyon dolar ödeyebilmemize bağlı kılarak büyümüştür. İşte faşizmin saldırıları bu yapının, toplumsal yaşamda acımasızlığı ile açığa çıkan düzeni yıkıcı sonuçları karşısında, toplum üzerindeki ekonomik tutsaklığın sürdürülebilmesi için işçi ve emekçi kitlelerin ayağına politik ve düşünsel tutsaklığın en ağır prangalarını takma çabasının ürünüdürler. Bunun içindir ki sermayenin en gerici çıkar kesimleriyle bile uzlaşma içinde kalmaya çalışılarak faşizme karşı mücadele etme olanağı yoktur. Bunun içindir ki CHP iktidarı faşizan örgütlere karşı attığı her adımın yeni bir faşizan saldırı hamlesiyle karşılanmasını kabullenmek zorunda kalmaktadır.

Sonuç mu dediniz, ne dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum
(Edip Cansever / 1976)

Toplum ve ekonomi üzerinde oynanan bu oyunlar çerçevesinde, TİP'ne karşı uygulanan taktiklerle ise, faşizme karşı sonuç alıcı mücadelenin ancak ve ancak kitlelerle verilebileceği gerçeğinin bilincinde olan partinin kitleler üzerindeki etkinliğini olabildiğince sınırlandırmaya yönelik bir yalıtım çemberinin oluşturulması amaçlanmıştır. Bu konuda, içinde yaşanılan sınıfsal mücadele döneminin politik gerekirliliklerini kavrayarmadığı için, oylar üzerine yapılan aritmetik hesaplarına dalıp nicelikle niteliği karıştıran, faşizmin geriletilebilmesinde temel nesnel güç olan işçi sınıfı hareketinin politik etkinliğinin feda edilerek daha iyi sonuç alınabileceği yanılsaması içine düşen sosyal - demokrat ideolojinin toplumun ilerici kesimleri üzerinde alabildiğine yoğunlaştırılmasıyla, dolaylı olarak da olsa, yapılan planların bir süre için sonuç alınabilmesine yardımcı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Faşist tırmanışla ekonomi arasındaki ilişkiyi görmezliğe gelmenin işleri kolaylaştıracağı sanılmıştır. Buna ilişkin olarak sosyal-demokrat ideolojinin, CHP dışındaki çeşitli sol kesimlere de yansıyan temel yanılgısı, toplumda büyük sermayenin halkı yoksullaştırıcı egemenliğine karşı, büyük toprak sahipliğine karşı, emperyalizmin ekonomik-malî-askeri boyunduruğuna karşı tüm işçi ve emekçi kitlelerin ekonomik çıkarlarının politik düzeyde savunusu yapılmadan faşizmin, köklü bir biçimde geriletilmesinin olanaksız olduğunun görülememesi olmuştur.

Yeniden şaşmak güneşe yeniden boyun kırmak kutsal ağrıya
oluşmak yeniden anakarnında gibi
hadin kardeşlerim hadin
silkin meyveleri yeni bayram sabahlarına
doldurun caddeleri ölümsüz adımlarınızla
biraz daha biraz daha biraz daha yükseltin seslerinizi
kurtulun bu yalınkat sızlanmalardan
ey düşleri yaşamlarından büyük barış savaşçıları
(Hasan Hüseyin / 1965)

Ancak, gerek sağ gerek çeşitli sol kesimlerde, farklı zaman dönemleri için, farklı ve hatta karşıt nedenlerle yapılan tercihlerin TİP'in etkinlik kazanma olanaklarının yokedilmesi konusunda bileşebilmesine rağmen; pratiğin doğruladığı politik görüşlerle bütünleşen disiplinli ve inatçı örgüt çalışması sonucu TİP çevresinde oluşturulan yalıtım çemberi kitleler içindeki işlevini, en azından eskisi gibi, göremez duruma düşürülmüştür. Solcu kesimler üzerinde başarıyla uygulanan planlara karşı TİP'in gitgide artan etkinliği bu gelişmenin, açılacak yeni üye kazanım kampanyasıyla perçinlenmesi tehlikesi faşist saldırganları bu kez TİP'in etrafını korkutucu bir ölüm çemberiyle çevirmeye, gençliğin ve emekçi kitlelerin işçi sınıfının politik hareketi çevresinde bütünleştirilmesi yolunda atılan etkin adımları provokasyonlarla saptırmaya, kampanyayı sekteye uğratmaya yönelik cinayet kararları almak durumunda bırakmıştır. Önce TİP Genel Merkezinde Genel Sekreter Nihat Sargın'ı öldürmek üzere bir operasyon düzenlenmiş, kısa bir süre sonra partinin 7. İl Temsilcileri toplantısında yankılanan güçlü sesi bir katliamla susturulmak istenmiş, bundan iki gün sonra Giresun'da TİP üyesi Selahattin Öğeç öldürülmek üzere kaçırılarak ürkütme etkisi yaygınlaştırılmaya çalışılmış; on gün geçmeden TİP Tekirdağ Merkez İlçe Üyesi Recep Selçuk hunharca katledilmiştir. Bunlar TİP üzerinde oynanan eski oyunların TİP tarafından günümüzde artık boşa çıkartılmış olduğunu; toplumda ilgileri TİP üzerine çekmek pahasına, silahların işletilmek zorunda kalındığını göstermektedir. Ancak TİP bu iğrenç provokasyon tertibini de boşa çıkarmıştır. Hem de kimi hükümet ve iktidar yetkililerinin olay çıkmaması için hâlâ kitleleri sessiz bırakmaktan medet ummalarının fahiş yanılgısını da birlikte ortaya çıkararak.

Ve kavgamız
Bin kez daha
Kutsal
Ve zafer
Bin kez daha
Hakkımız.
Ve bin canım olsa
Uğruna
Bini de
Verilesi şimdi.
(Ataol Behramoğlu / 1973)

Bu olgu her bir partilinin sınıfsal - politik bilinç düzeyinde yansıyan partisel doğruluğun bir ürünüdür. Bu olgu, sınıf mücadelesinin bastırılması için oluşturulan politik ve ideolojik engellerin, varolan ülke ve toplum koşullarında, cepte taşınan bir silahın verdiği bireysel üstünlük ve kahramanlık duygularıyla, silahlı bireysel militanlıkların aldatıcı ve kolay keskinlikleriyle aşılamayacak denli zorlu olduğunun kavranmasının, sınıfsal mücadele özüne inilmesindeki başarının ürünüdür. Parti mücadelesinin zorlukları romantik bir edebiyat değildir. İçinde yaşanılan toplumsal koşulların gereklerini yerine getirerek yürütülen sınıfsal mücadelede, işçi ve emekçi kitleleri örgütlü bir güce dönüştürmek için bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolunda, üzerine sıkılan silahların provokasyonlarına rağmen yürüren yürekleri oluşturan bilinç, bilimsel-sosyalizmin bilincidir.

Neyin ağacı bu, yeşerir gözlerinde
Neyin dünyası bu, vurur dallarına geceleyin
Neyin sancısı bu, ağrısı içimize çökende
Neyin umudu bu… başımızı dimdik tutar bizim.
(Şükran Kurdakul / 1973)

Bu bilinç, sınıfını örgütlendirmekle, sınıfını toplumsal düzeni değiştirecek, faşizmin nesnel kaynağı olan kapitalist çıkar odaklarını yıkacak maddî bir güce dönüştürmekle, sınıfsal mücadele koşullarına ters düşmek pahasına, kendini daha iyi koruyabilmek için bir silah edinmek arasındaki tercihi gözünü kırpmadan doğru olarak yapabilecek bir yüreğin bilincidir.

Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.
(Oktay Rlfat / 1966)

Faşizmin ürkütme ve yıldırma planları sadece TİP karşısında boşa çıkmadı. Bu planlar, faşist yatağı haline getirilmeye çalışılan bir okulda öldürülen ilerici bir öğretmenin yerine, demokrasinin savunulması gerektiğinin, bilinciyle, görev almak için koşan herhangi bir öğretmen karşısında; evinin önünde patlayan bombadan sonra emeğin aydınlık geleceğine duyduğu inanç zerrece sarsılmadan masasının başına dönen bir yazar, bir şair, bir karikatürist, bir ressam, bir fotoğrafçı, bir araştırmacı, bir bilimadamı karşısında; faşistlerin kimlik kontrolü yaptığı bir üniversite kapısında zorbalığa politik safını doğru seçmekle cevap veren bir öğrenci karşısında; faşistlerle doldurulmuş bir kuruma atanan ve kendisini atayan hükümetin çözümü uzlaşmacılıkta bulması üzerine orada desteksiz ve yalnız bırakılan, ancak faşist teröre karşı mücadele alanını boş bırakmayan herhangi bir kamu görevlisinin karşısında da boşa çıktılar ve çıkmaktalar.

ve cılız kollarımız
ölümler, kıyımlarla
bir güneş yaptı aydın
ne hazırlanıyorsa, bil
ne hazırlanıyorsa
orada biz de vardık
(Turgut Uyar / 1969)

Faşizmin planları işçi sınıfı hareketini diğer toplumsal kesimlerden tecrit etmeyi başaramadı ve başaramayacak demektir bu.

kalmasın ellerim sizlerden uzak
birleşsin umudum en güzel eylemlerinize
erisin et
yitsin boşluk
bir biz kalalım çirkinliklere inat
(Bedrettin Cömert / 1969)

Başaramayacak demektir çünkü, toplumsal bilinç, herşeye karşın, «karşıt görüşlü gruplar çatıştı» demagojisi altında gizlenmeye çalışılan gerçeğin egemen sınıfların toplum üzerindeki yoksullaştırma talepleri olduğunu kavrama yolunda yükselmektedir. Başaramayacak demektir çünkü, doğrulardan vazgeçmenin kurtuluş olamayacağı gerçeği, her geçen gün daha köklü bir biçimde kitlelerin gerçeği olmaktadır.

Uğruna şiir yazılan, döğüşülen, ölünen insanlar!
Yeter değil bana
Zaferlerin.
(Enver Gökçe / 1945)

Başaramayacak demektir çünkü, kitlelerin örgütlü ve birleşik gücünü gerçekleştirerek büyüyen işçi sınıfının politik hareketi faşizmi, terörüyle, cinayetleriyle ve çıkarlarını savunduğu fiyat hırsızı büyük patronlarıyla bir daha hortlayamamak üzere, çıktıkları karanlığa gömecektir.

Yürür dupduru kanını benim
aydınlıktan aydınlığa bir düş gibi.
Dağı taşı kıra eze kıra eze gelen benim,
geceleri, korkuları; cellatları hiçe eze hiçe eze gelen benim.
Gelen benim, gelen benim,
Zincirinden kopmuş gibi.
Asıl benim gelen, ölüm değil.
Benim gelen, benim gelen.
(A. Kadir / 1972)

Başaramayacak demektir çünkü, işçi sınıfının politik hareketinin büyümesi faşist saldırıların amaçladığı toplumsal yılgınlığın geri tepmesi, bireysel suskunluğun meydanlardaki kitlelerin güçlü ve kararlı sesine dönüşmesi, umutsuz karamsarlığın dünyayı değiştirmenin bilinciyle yer değiştirmesi, ardına kaçılan hayali duvarların geleceği bugünden kurmanın mücadelesi içinde erimesi demektir.

Duvarları sessizlikle örülmüş kulübe yapmak kolay değildir,
o duvarları yıkmak belki daha zordur,
ama senin gibi bir insan için kulak kesilmek,
bizim fısıltılarımızı bile duymak kolaydır,
bana inan dostum, şimdiye kadar hiç kandırmadım seni,
kolaydır diyorum onurlu bir insan olabilmek.
(Ülkü Tamer / 1970)

Başaramayacak demektir çünkü, işçi sınıfının politik hareketi içinde işçi ve emekçi kitleler varolan ekonomik-toplumsal koşulları değiştirici maddî bir güce dönüştürüldükçe soldaki çocukluk hastalıkları burjuva demagojilerinin aracı olarak sahip oldukları etkinliği yitirmek zorunda kalacaklar, toplumun geleceği üzerinde «solun parçalanmışlığı» tartışmalarının değil, işçi sınıfının politik hareketinin söz sahibi olduğu gerçeği toplumsal yaşama yansıyacaktır.

toprağı avuçla
duy içinde çocukluktan çıkmanın huysuzluğunu
toprağı geç tanımanın huysuzluğunu
göğsünü ger
hazırla uzun koşulara
uzun ve kesintisiz soluklarla
baharı yeniden tanımaya hazırlan
(Tekin Sönmez / 1973)

İşte bütün bunlar için saldırdılar. Daha çok, olabildiğince daha çok TİP'li öldürebilmek için, saatlerce en korkak, en iğrenç, en aşağılık pusularda bekleyerek saldırdılar. Saldırdılar çünkü düşen maskelerin gerisine yeni yüzler bulunabilirdi. Kontrgerilla çalışmalarının açığa vurdurtulmasıyla, bazı faşist istihbarat ajanlarının deşifre ettirilmesiyle alınan ağır yaralar bile onarılabilirdi. Yeter ki doğrudan faşizmin kalbinin attığı koşulları, ona can veren çıkarları yok etmeye yönelen işçi sınıfı hareketi toplumda belirleyici bir politik etkinlik kazanamasın. Yeter ki uzlaşmacılık kitlelerce mahkûm ettirilmesin. Yeter ki faşizmin arkasında yatan kapitalizmin, en gerici, en gözü kan bürümüş büyük sermaye kesimlerinin çıkarları kitlelerin gücü tarafından yere serilmesin.

Burjuvazi,
katletti içimizden (yedimizi)
bu (yedi) ölü ölmeyen (yedi) ölümüzdür!
Burjuvazi,
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabulümüzdür!
Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz - birimiz için,
birimiz - hepimiz için!..
(Nazım Hikmet / 1927)

YURT VE DÜNYA Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Sorunları, iki aylık Araştırma, İnceleme, Tartışma Dergisi, Kasım 1978, S. 12